![]() |
ISSN: 2158-7051 ==================== INTERNATIONAL JOURNAL OF RUSSIAN STUDIES ==================== ISSUE NO. 10 ( 2021/2 ) |
CELİL MEMMEDKULUZADE’NİN VE SABAHATTİN ALİ’NİN HİKÂYELERİNDE SOSYAL ELEŞTİRİ*
BÜŞRA CEMAL*
Summary
In this study, social criticism in the stories of Celil Mammadkuluzade and Sabahattin Ali, who are important representatives of Azerbaijani and Turkish literature, was analyzed comparatively. At the beginning of the study, the place of social criticism in Azerbaijani and Turkish literature is explained. Afterwards, brief information was given about Celil Memmedkuluzade and Sabahattin Ali. After these briefings were made, the concept of social criticism in the stories of Celil Mammadkuluzade and Sabahattin Ali was examined under the titles of class conflict and the relationship between agha-peasant. As a result of this genetic analysis, the ways in which both authors deal with social criticism issues in their stories were revealed in a comparative way, and the similarities of the stories were tried to be determined.
Key Words: Azerbaijani Literature, Turkish Literature, Social Criticism, Celil Memmedkuluzade, Sabahattin Ali.
Giriş Sosyal
eleştiri, çağdaş toplumlarda özellikle adaletsizliklere ve
genellikle güç ilişkilerine bağlı olan, toplumun aksayan
yönlerini dile getiren eleştiri türüdür. Sosyal eleştiri her zaman
gelişme göstererek ilerlemiştir. Eleştiren kişi;
yazarı, eseri ya da türü, yazıldığı ortamını
ve koşullarını incelemiştir.
Çünkü eleştirdiği her şey toplumu yansıtan birer
aynadır. Sosyolojik eleştiriler büyük ölçüde betimleyicidir. Eser
hakkında belli bir değer yargısı taşımaz.
Eleştiren kişinin kişisel yargılarıyla
yansıttığı tüm gerçeklikler eleştirinin yapı
taşlarını oluşturur. Sosyal eleştiri yazarları,
toplumun çektiği tüm sıkıntıları gerçekçi bir dille
anlatmayı tercih etmişlerdir. Bu
çalışmada Azerbaycan edebiyatının ve Türk
edebiyatının önemli yazarlarından Celil Memmedkuluzade ile
Sabahattin Ali’nin hikâyelerindeki sosyal eleştiri kavramlarının
genetik incelemesi yapılmıştır.
Bu incelemeyi yaparken birbirlerine benzer noktalar karşılaştırılmıştır. Celil Memmedkuluzade
hikâyelerinde döneminin toplumsal konularına ışık tutmuş sosyal meselelere eserlerinde yer vererek
gerçeği olduğu gibi yansıtmıştır. Aynı
şekilde Sabahattin Ali hikâyeleri de yazıldığı dönemin
toplumuna ayna olmuştur. İki yazarın da benzer yollar izleyerek
halka ulaştığı bir gerçektir. Aslında iki yazarın
da üzerinde durdukları ve eleştirdikleri toplumsal konular birbirine benzemektedir. Hikâyelerde
işledikleri ana temalar, güç ilişkileri bağlamında
ağa-köylü ilişkisi ve aydın-köylü ilişkisidir. Bunun yanında
sınıf çatışması, köylülerin
yaşadığı sosyal sorunlar ve adli sorunlar da yer almaktadır. Bu temaları işlerken
yansıttıkları sosyal gerçekleri kendilerine has hikâyelerle
aydınlatmışlardır. İkisi de bu temaları
farklı hikâyeler üzerinden okurlarına sunmuşlardır.
Çalışma içerisinde amaçlanan bir diğer önemli husus ise
farklı ülkelerin edebiyat anlayışlarına ait olan hikâyeleri
okurken iki ülkenin edebiyatını ve toplumunu karşılaştırmamıza olanak
sağlamıştır. Azerbaycan Edebiyatında
Sosyal Eleştiri Azerbaycan
edebiyatında eleştirinin temellerini Mirza Fethali Ahundzade
atmıştır. “Tenkit” terimini ilk defa o kullanmıştır. İlk
eleştiri makaleleri Şiir ve
Nesir Üzerine, Eleştirel Notlar’dır. Bu makalelerinde
Doğu şiirini ve nesrini eleştirmiştir. Her zaman Azerbaycan
ve dünya edebiyatının geleneklerini, edebiyatta gerçeklik ilkesini ve
saf biçimci sanatı savunmuştur. Mirza Fethali Ahundzade aynı zamanda
Müslümanlar arasında ilk tiyatro yazarı olarak bilinmektedir (Akpınar,
1994: 59). O, “yazdığı altı komedisi ile milli edebiyatta
realizmin doğuşunu gerçekleştirmiştir. Komedilerinin konusu
gerçek hayattan
alınmıştır. Azerbaycan hayatının derin,
geniş ve gerçek tasvirlerini vermiş, güncel konulara
değinmiştir. Mirza
Fethali Ahundzade eserlerinde dönemindeki feodal cemiyetin
kusurlarını açık olarak göstermiş, kanunsuzluk,
rüşvet, dini fanatizm, gerilik gibi konuların üzerine eğilmiştir”
(Gahramanlı, 2020a: 26). “Azerbaycan XIX. yüzyılda,
batıdaki siyaset ve kültür akımlarının etkisi
altındadır. Çarlık rejiminin bütün baskısına
rağmen, Fransız İhtilali havası Kafkasya’yı sarmış, Azerbaycan aydınları üzerinde derin
bir etki bırakmıştır. Azerbaycan edebiyatı, eski
aşk terennümünü bir yana bırakarak yeni kültürün öncülüğünü yapmıştır.
XIX. yüzyıl ortaları Azerbaycan için bir nevi rönesans olmuştur. Mirza Fetali Ahundov’un modern altı piyesi
bir taraftan çağdaş Azerbaycan dram edebiyatını
hazırlarken, Hasan Bey Zerdabi’nin gazetesi ile
Azerbaycan basınının temeli atılmıştır.
Klasik Azerbaycan edebiyatına yeni bir ruh veren Seyyid Azim Şirvani, Usul-i Cedit modern
Türkçe mektebini açmış, Azerbaycan öğretimine yeni eğitim
ve öğretim sistemi kazandırmıştır.” (tr.wikipedia.org) “Sovyet
Türk edebiyatının
ilk evresi Ekim 1917 devriminin sevincini yansıtır. Bu dönem edebiyatında heyecan vardır, coşku vardır, ümit vardır. Ekim devrimi, eski düzeni yıkmayı ve yeni bir düzen anlayışı getirmeyi amaçlamıştı. Ancak, yeni düzeni benimsemeyenler de vardı. Lenin, hayranlığın ve takdirin odaklaştığı
noktadır. Gerek bu dönemde gerekse daha sonraki dönemlerde Lenin hakkında sayısız
şiir yazılmıştır. Lenin'in şahsıyla bütünleşen devrim övülmüş ve halkın bu devrimi ve devrimi yapanları desteklemesi istenmiştir. Azeri şairlerden Samed Vurgun "Lenin", Resul Rıza, "Lenin", Bahtiyar Vahapzade "Leninle
Sohbet" vb. şiirlerini
de devrimin yüceliğini anlatmak için yazmışlardır. Sovyet edebiyatı, devrim karşıtı kimseleri fikir yönünden gelişmemiş insanlar olarak tanımlar ve onların ata erkil ve feodal sistemlerin ilkel düşünce
kalıplarına saplanmış olduklarını söyler. Çünkü gerçek hayatta olduğu gibi edebiyatta da daha şiddetli tenkitler yapılmış ve daha vahim tedbirler alınmıştır:
Sovyet ideolojisine
karşı
koyanlar "halk düşmanı" dır;
Bu "ilkel" ve "bencil" insanların maskelerinin düşürülmesi, ifşa edilmeleri gerekmektedir” (Gürsoy Naskali, 1996: 54-56). “Azeri
şairler de dahil olmak üzere birkaç Sovyet şairi
dışında hemen hemen tüm Sovyet şairleri, Lenin ve Stalin
hakkında şiirler yazmıştır” (Nerimanoğlu, 2008: 67).
“Mirza Celil 1925’te kaleme aldığı “Çılgın
Buluşma (Deli Yığıncağı)” oyununda rejimin
ağır baskısını dâhiyane bir şekilde
vermiştir. Orda Leninizm kurbanı S.M. Kirov konu olarak ele
alınır. Ayrıca Mirza Celil bu oyunda, Sovyet sistemine özgü
psikiyatri hastanelerinin (psikiyatristler) ilk sanatsal örneğini
yaratır” (Nerimanoğlu, 2008: 63). “XX. yüzyıl Çarlık
Rusyası’nda ve Azerbaycan’da büyük değişikliklerin olduğu
dönemdir. Devrin başlangıcında Bakü petrol sanayisi sebebiyle
önemli gelişme göstermiş, kısa sürede Azerbaycan’ın kültür
merkezi haline gelmiştir. 1905 ihtilali, Türkler ve Müslümanlar
arasında siyasi, edebi, sosyal faaliyetlerin gelişmesini
sağlamıştır. Kısa sürede birçok kitap
yayımlanmış, gazete ve dergilerin sayısı
çoğalmaya başlamıştır.” (Gahramanlı, 2020b: 15-16) Celil Memmetkuluzade, Mirze Alekber Sabır bu alanda
eserler vermiş, toplumu mizah yoluyla ironik bir dille
anlatmışlardır. Dönemin en önemli dergilerinden Molla
Nasreddin uzun yıllar yayın hayatını sürdürmüştür. “1920 öncesinde feodal
yapılanmaya ve olumsuz geleneklere karşı kaleme alınan eserlerde
mecazî anlatımlara yer verilirken, yeni rejim-yeni toplum
yapısını oluşturmaya yönelik edebî faaliyetler çerçevesinde
yeni dönemle birlikte rejimi kutsayan eserler yazılmaya
başlanmıştır. Başlangıçta her ne kadar
sosyalist realizm terimi vücut bulmamışsa da kaleme alınan
eserler içerik bakımından bu terime pek yabancı değildir.
20. yüzyılın başlarında C. Memmedguluzade, Mirze Elekber
Sabir (1862-1912), E. Hagverdiyev, Süleyman Sani Ahundof (1875-1939), Seyid
Hüseyin (1887-1937), Y.V. Çemenzeminli gibi yazar ve şairler
aracılığıyla eleştirel realizmin önemli oranda mesafe
kaydetmiş olması, ideolojik realizm anlayışının
gelişmesi için uygun zemini hazırla[mış] ve 1920’li
yılların ortalarından itibaren Azerbaycan Sovyet Edebiyatı
hızla gelişmeye başla[mış], daha çok köy hayatı
ve sorunlarına yönelik şiirler, piyesler, hikâyeler, poemalar ve
romanlar kaleme alın[mıştır]” (Uygur, 2011). “Nesir türünün yeni edebî
anlayışa göre şekillenmesinde Memmedguluzade, Hagverdiyev, S. S.
Ahundof, Seyid Hüseyin, Çemenzeminli gibi yazarlar başı çekerler.
Memmedguluzade’nin Belke de Gaytardılar (1926),
Hagverdiyev’in Kapitalizm ile Mübarize, Keçmiş
Künler, S. S. Ahundof’un Son Ümid hikâyelerinde
kapitalizm, burjuva ve Çarlık dönemi idarî uygulamaları eleştirilir”
(Uygur, 2011). “Rusya’da 1917 Bolşevik
İhtilali ile uygulamaya konan Sovyet sosyalist sistemi,
ikiye bölünmesine yol açtığı dünyanın
Doğu Blok denilen diğer
yarısında
etkisi altına aldığı bütün toplumların
ekonomik, sosyal, siyasî, kültürel yapılarında köklü değişiklikler meydana getirdikten sonra beklenmedik bir şekilde çökerek tarihteki yerini almıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutba ayrılan dünyada bir tarafta ekonomide özel mülkiyet ve hür teşebbüs ile liberalizmi savunan hür dünya ülkeleri yer
alırken; diğer
tarafta, kamu mülkiyeti ve merkezî planlamaya dayanan sosyalizmi savunan Doğu
Blok ülkeleri yer almıştır. Dünya,
XX. yüzyılın ikinci
yarısında bu
iki bloğu temsil eden ABD ile Sovyetler Birliği (SSCB) arasındaki
ekonomik, askerî ve siyasî çekişmelere
sahne olmuş, ancak Sovyetler Birliği bu yarıştan ‘80’li yılların sonlarında
yenik düşerek ayrılmıştır”
(Özsoy, 2006: 163-164). Batı Avrupa ve Rus edebiyatında olduğu gibi XIX. yüzyılın ikinci
yarısında Azerbaycan edebiyatında gerçekçi sanat ilkelerinin
oluşumundaki ana faktör, aydınlanma ideolojisi ve yeni bir insan
kavramının çevre, aile ve sosyal ilişkilerin ortaya çıkmasıdır. Azerbaycan
edebiyatının önemli bir temsilcisi olan Celil Memmedkuluzade, 1894’te
yazdığı Danabaş
Kendinin Ehvalatları [Danabaş Köyü’nün Öyküsü] adlı eserinde
Azerbaycan kırsal yaşamının tanımını
yapmış, özelliklerini ve gerçeklerini vermiş, feodal sistemin
acımasız ve keskin eleştirisini yapmıştır. Bu uzun hikâye Azerbaycan edebiyatında sosyal
eleştirinin temellerinden biri olarak değerlendirilmiş, eşsiz
örneklerinden biri kabul edilmiştir.
Celil Memmedkuluzade, Mirza Fethali Ahundzade’nin geleneklerini devam ettirerek
birçok eser vermiş, Azerbaycan edebiyatında gerçekçi hikâye
anlatımının kurucularından biri olmuştur. Zeynel Usta, Poçt Gutusu [Posta Kutusu] Gurbanali
Bey, İran’da Hürriyet ve
diğer birçok hikâyesi Azerbaycan edebiyatının klasikleri
arasında sayılmaktadır. “Oyunları arasında ise Ölüler adlı eseri klasik kabul
edilmektedir. Eser, ölülerin bir şeyh sayesinde diriltilmesini ve bu olaya
inanan insanları anlatsa da asıl anlatılmak istenen
insanların ölülerin dirilmesinden ciddi anlamda korkmasıdır. Anamın Kitabı’nda ise
Azerbaycan’ı etkileyen üç ayrı kültür eleştirisi
yapılır: İran, Rusya ve Türkiye. Bu üç yerin yanlış ve
bozuk yönleri sert bir dille anlatılır” (Buşehri, 2010: 62).
Celil Memmedkuluzade’nin kötü düşünceli insanlara, yanlış
yönlere, eski dünyaya, Çar hükümetine, Batı emperyalizmine ve Doğu
despotizmine karşı en keskin silahı eleştirisi
olmuştur. Molla
Nasreddin dergisi, Celil Memmedkuluzade’nin
Azerbaycan edebiyatına en önemli katkılarından biridir. Bu dergi
XX. yüzyılın en önemli eleştiri
adımlarındandır. Zaten Azerbaycan edebiyatında
eleştiri devrine “Molla Nasreddin” cereyanı da denmektedir
(Buşehri, 2010, s. 68). Dergi gerçek olana yönelmiş, toplumun sıkıntılarını
dile getiren yazılara yer vermiş, devrin
sıkıntılarını eleştirel bir tutumla dile
getirmiştir. Doğu, Batı ve Rus edebiyatının en önemli
eserlerine, eleştiri ve araştırmalarına da Molla Nasreddin’de yer verilmiştir.
Eleştiri türünde yazmaya başlayan birçok isim de bu dergi
etrafında toplanmıştır. “Molla Nasreddin dergisi defalarca Çar idareleri tarafından kapatıldı,
sayıları zapt edildi. Buna sebep yalnız Molla Nasreddin dergisinin
Rusya’nın iç meselelerini eleştirmesi değildi, Rus Çarizmi’ne
hizmet eden yabancı hükümetlerin, vezirlerin, din adamlarının
eleştirilmesi derginin baskı görmesine sebepti” (Gahramanlı,
2020b: 17). Türk
Edebiyatında Sosyal Eleştiri Edebiyatta
sosyal eleştiri toplumsal, tarihi ve siyasi olaylar içerisinde bir
gelişme göstermiştir. Türk edebiyatının
yaşadığı coğrafyadaki birçok siyasal ve sosyal olay,
eserlerini burada üreten yazar ve şairleri derinden etkilemiş, birçok
eserin bu doğrultuda çıkmasına ortam
hazırlamıştır. Eleştiri, modern manasından
öncesine, eleştirel özellik yüklü ilk metinlere götürülebilir. Türk
edebiyatında eleştiri kavramının ilk örneklerini Orhun Abideleri’nde
görmek mümkündür. Kül Tigin
abidesinin güney cephesindeki şu cümleler, bir liderin milletine yönelik
uyarısı ve eleştirisidir: Çin milletinin sözü tatlı, ipek
kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipekle
kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırmış.
Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü şeyleri o zaman düşünürmüş (Ergin,
2016: 13). Bir
diğer eleştiri örneği, Kaşgarlı Mahmut’un
İslamiyet sonrası ilk yazılı eserlerimizden biri olan Divan-ü Lügâti’t-Türk adlı eserinde, kitabı kaleme aldığı
devirde Türklerin dünya siyasetindeki egemenliğine ve önemine değinmesidir.
Devamında da Derdini dinletebilmek
ve Türklerin gönlünü almak için onların dilleriyle konuşmaktan
başka yol yoktur (Atalay, 1985: 4). diyerek düşüncesini Türk
dilini öğrenmeyenlere yönelik dolaylı bir eleştiriyle dile
getirmiştir. Yusuf Has Hacib’in kaleme aldığı Kutadgu Bilig’de de öğütlerle örülmüş
eleştiriler mevcuttur. Yusuf Has Hacib, öğütlerde bulunurken
aslında yanlışlara karşı doğrunun nasıl
olması gerektiğini ortaya koymuştur. Örneğin, âlimlerle nasıl münasebet
kurulması gerektiği ile ilgili bölümde: Onları dinle, bilgilerine göre
hareket et; tavır ve hareketleri hakkında arkalarından dedikodu
yapma. Senin için lazım olan onların ilmidir; onlar insanlara yol
göstererek, doğruluğa sevk ederler (Arat, 1991:
314). Bu
beyitlerinde, asırlar öncesinden eleştirinin sınırları
ve nasıl olması gerektiği ile ilgili kurallar belirlemiştir. (Karasoy,
2005: 4) Edîb Ahmet Yükneki tarafından kaleme alınan Atabetül-Hakayık adlı eserde de yine dolaylı yoldan eleştiri
örnekleri görmek mümkündür: Doğru ol, doğruluk yap ve
adın doğruya çıksın; insanlar seni doğru olarak
bilsinler… Lüzumsuz alay ve mücadeleden sakın. İnsan ne kadar akıllı olsa,
(yine) bir yanlışlık yapabilir. Ne kadar hüner sahibi olsa, bir
kusuru bulunur (Arat, 1951: 88, 95). Türk
edebiyatında sosyal eleştiri ise ilk olarak hiciv örnekleri ile
ortaya çıkar. Alaycı ve iğneleyici ifadeler kullanarak içinde
bulundukları sosyal bir durumu eleştiren hicivler, Divan edebiyatında daha çok kişilere yönelik
eleştiriler içeren bir tür olmuştur. Türk
edebiyatının Batılı örnekleri ise Tanzimat edebiyatı
ile karşımıza çıkar. Tanzimat edebiyatının ilk
dönem yazarları edebiyatı toplumdaki tüm aksaklıkları
düzenlemek ve eğitmek amacıyla kullansa da, Recaizade Mahmut Ekrem
başlarında olmak üzere ikinci dönem sanatçıları bu
anlayışı bireysele dönüştürür. Bu dönemde genellikle
yanlış batılılaşmayı konu alan eleştirel
içerikli romanlar yazılmıştır. Ahmet Mithat Efendi’nin Felatun Bey’le Rakım Efendi
adlı kitabı buna örnek gösterilebilir. Ayrıca Recaizade Mahmut
Ekrem’in Araba Sevdası adlı
eseri ise realizm akımının etkisiyle yazılmış
olup yer verilen kahramanların içine düştüğü durumlar
belirtilerek yanlış sosyal davranışlara yönelik
eleştiriler yapılmıştır. Dönemin
baskıları sebebiyle Servet-i Fünûn edebiyatı, sosyal
eleştiri açısından sakin geçen bir dönem olmuştur.
İstibdat dönemi olarak adlandırılan bu süreç, II.
Meşrutiyet’in ilanıyla (1908) son bulmuştur. Bu nedenle Servet-i Fünûn şairleri ve
yazarları ancak 1908 yılından sonra sosyal konulara yönelirler.
Tevfik Fikret’in Sis (1902), Sabah Olursa (1905), Mazi… Ati (1906) ve Bir Lahza-yı Taahhur (1906) adında istibdat dönemine
karşı yazdığı
şiirleri kişiliğinde meydana gelen önemli
değişimleri de ortaya çıkarmıştır. Milli
Edebiyat dönemi, sosyal konuların en çok işlendiği dönem kabul
edilebilir. Mehmet Akif Ersoy, Mehmet Emin Yurdakul ve Ali Canip Yöntem bu
dönemde şiirlerinde milli konuları işleyerek yeni bir toplumsal
akıma yönelik şiirler yazan şairlerdendi. Cumhuriyet dönemi
edebiyatı, Türk edebiyatı açısından bir dönüm noktası
olmuştur. Sosyal eleştiri, toplumun içinden gelen yazarların ve
şairlerin eserlerinde yer verdikleri toplum ve toplum sorunları
etrafında şekillenerek ortaya çıkmıştır. Aynı dönemler içerisinde köy
sorununu işleyen öykü ve romanlarda da sosyal eleştirinin etkileri görülmektedir. Bu yazarlar
arasında öncelikle, alt ve üst tabaka ilişkilerini derinlemesine
işleyen Sabahattin Ali gelir. Toplumsal gerçekçi yazar, Kuyucaklı Yusuf (1937)
romanında ve Değirmen
(1935), Kağnı (1936), Ses (1943) ve Yeni Dünya (1943) ve Sırça
Köşk (1947) kitaplarındaki öykülerinde çevreyi, toplumu, bireyle açıklamak yerine, bireyi toplumla
açıklamaya çalışır (Şenderin, 2000, 198). Böylece,
Türk edebiyatında ilk olarak “hiciv” kavramıyla ortaya çıkan
eleştiriler, toplumsal özellikler içermektedir. Türk edebiyatı tarihi boyunca sosyal
eleştiri, çeşitli biçim değişikliklerine
uğramış olsa da günümüze kadar varlığını
sürdürmüştür (Şahin, 2012: 19). Celil
Memmedkuluzade’nin Kurbanali Bey
[Qurbaneli Bey] Hikâyesinde Yer Alan Sınıf Çatışması Celil
Memmedkuluzade’nin eserleri yazarın hayatının aynası olarak
görülebilir. Toplumda gözlemlediği birtakım çelişkileri ve
bozuklukları tüm çıplaklığıyla yansıtmıştır. Rus
hükümetini, hükümet yetkililerinin keyfine düşkünlüğünü, toprak sahiplerini, sabahtan akşama kadar bir parça
ekmek için çalışan, emek veren insanların haklarının yenişini ve eğitim konusunu sıkça dile
getirmiştir. Kurbanali Bey
öyküsü de bu konudaki
öykülerinden biridir. Yazar öyküsünü ustalıkla yazmıştır, okuyucu öyküyü
okurken anlatılan olaylara insanların düştüğü kötü durumlara şahit olur. Eserin
başkahramanı Kurbanali Bey, yerel beylerin tipik bir temsilcisidir.
Celil Memmedkuluzade, Kapazlı köyünün Bey’i Kurbanali Bey’i ön planda
tasvir ederek, köylülerin mal varlığını yağmalayan,
Rus yetkililere hizmet eden ve saygılarını kazanan yerel
beylerin iç yüzlerini ortaya
çıkarmıştır. Kurbanali Bey, toplumun
ağalarında görülen ahlaki çöküntüyü anlatır. Halkı
nasıl istismar ettiklerine, sömürgecilerle birlik olduklarına dikkat
çeker. Celil
Memmedkuluzade, Kapazlı köyünün Bey’i, Kurbanali Bey’i ön planda tasvir
ederek köylülerin mal varlığını yağmalayan, Rus
yetkililere hizmet eden ve saygılarını kazanan yerel beylerin iç
yüzlerini ortaya çıkarmak ister. Bunu yaparken de ezilen ve ezenler üzerinden
sınıf çatışması konusuna yoğunlaşır.
Hikâyenin geçtiği yer Kapazlı, kapalı anlamına gelmektedir.
Yazarın köye böyle bir isim vermesi de semboliktir. Köylülerin hiçbir
hakkı yoktur. Bu durumu Kurbanali Bey’in hizmetçisine olan davranışında da görmek
mümkündür. Bey kendisine herkesin içinde küfür ve hakaret eder, ancak o, buna rağmen Kurbanali
Bey’e hizmet etmeye devam eder. Yazar
burada, köylülerin kanunsuzluğuna, yerel beylerin Rus yetkilileri
arasındaki iletişimine
de dikkat çeker. Öykünün kahramanı Kurbanali Bey Rus
yetkililerin önünde itaatkâr ve sadık bir hizmetçi gibi davranır.
Sürekli onları över ve “Yaşadığım sürece köleniz
olacağım”, der. Ancak
hizmetçisine davranışı çok kabadır. Aslında Kurbanali
Bey’in bu tavrı onun
bize ne kadar cahil bir insan olduğunu gösterir. Gelen ziyaretçiler de
zaten onun mantıksız ve tutarsız hareketleriyle dalga geçerler.
Öyküde, Rus yetkililerden biri Kurbanali Bey’in atını beğenir.
Sarhoş olan Kurbanali Bey, evinin ahırında daha güzel bir at olduğunu,
yarın ziyaret edip görebileceklerini söyler. Kurbanali Bey ziyafette sarhoşken evine
davet ettiği Rus yetkilileri unutur. Misafirler sabah evine geldiklerinde de onlardan saklanmak için ahıra girer. Kurbanali Bey’in övdüğü
atını görmek için ahıra giren misafirler, onu çarşafa
dolanmış bir vaziyette görürler. Aslında hak ettiği yerin
orası olduğunun düşünülmesi ve eve gelen misafirlerin dalga
konusu olması her şeyi özetler. Son derece doğal bir
anlatım ve günlük konuşma dili seçen yazar sınıf
farklılıklarının insanlar üzerinde ne gibi etkileri
olduğunu bize bu öyküyle gösterir. Sabahattin Ali’nin
Arabalar Beş Kuruşa
Hikâyesinde Yer Alan Sınıf Çatışması Edebiyat
dünyasında sosyal gerçekçi öykülerinin başarısıyla bilinen
Sabahattin Ali, Arabalar Beş
Kuruşa adlı öyküsünde aynı sınıfta okuyan birisi
zengin ve bakımlı, diğeri ise fakir ve sokakta oyuncak satan iki
çocuğun üzerinden sınıf çatışması mevzusunu çok
gerçekçi bir şekilde yansıtmıştır. Bu
çatışmayı ve hayata bakış farkını ortaya
koyan bu öyküde yazar, insanlar arasındaki ekonomik
farklılıkların olmaması gerektiği konusunu ele
almış, sınıfsal ayrımı son derece açık bir
şekilde eleştirmiştir. Eserde
öncelikle bir anne ve çocuğundan bahsedilir. Bu anne ve çocuk fakir,
zayıf, geçinebilmek için para kazanmaları gerektiğini bilen ve
sokakta tezgâh açıp oyuncak satmaya çalışan kimseler
şeklinde tasvir edilir. Çocuk çelimsiz ancak “Arabalar beş
kuruşa, arabalar beş kuruşa” (Ali, 1983: 69) diye
bağırıp annesine yardım etmeye
çalışmaktadır. Yine bir gün tezgâhlarını bir
mağazaya yakın açarlar. Mağazaya gelip giden zengin ailelerden
birinin çocuğu, tezgâh başındaki çocuğu görür ve
koşarak yanına gider. Bu, onun sınıf
arkadaşıdır. Birlikte konuşmaya başlarlar, çocuk
akşamları annesiyle birlikte
çalıştığını arkadaşına anlatır.
Buraya kadar her şey seyrinde devam eder. Fakat bir süre sonra zengin
çocuğun annesi mağazadan çıkar ve oğlunun satıcı
çocukla konuştuğunu görünce deliye döner. Tam bu noktada
sınıf farkının ne kadar acımasızca bir hadise
olduğu gözler önüne serilir. Zavallı tezgâhtar çocuğu ve
annesini ezer, oğlunun sözüm ona böyle bir çocukla beraber
okumasını içine sindiremez. Bir
çocuğun varlıklı bir aileden gelip ekonomik olarak iyi durumda
olması ile diğer çocuğun fakir olup sokakta oyuncak satmaya
çalışması net bir şekilde ekonomik
farklılığı gözler önüne serer. Bu ekonomik
farklılığın getirdiği sınıfsal ayrım da
insanlar arasındaki çatışmaya sebep olur. Bunu en güzel
şekilde işleyen yazar aynı zamanda eleştirel bir tutum da
sergiler. Celil
Memmedkuluzade, Kurbanali Bey
öyküsünde eserin başkahramanı olan Kurbanali Bey’e tipik bir yerel
bey imajı yükler. Kurbanali
Bey insanlara karşı
davranışlarını sınıfsal ayrımlarına
göre belirler; yani köylüyü ezer
ancak üstlerine güzel davranır. Kurbanali Bey’in bu bakış
açısı, Sabahattin Ali’nin Arabalar
Beş Kuruşa öyküsüyle benzer özellik taşımaktadır. Çünkü Arabalar Beş Kuruşa adlı
öyküsünde de insanların sınıfsal ayrımlara göre
davranışlarının değiştiğini görürüz. Öykü,
bir çocuğun annesiyle birlikte sokakta oyuncak satmasıyla
başlar. Zengin çocuğun annesinin, sokakta oyuncak satan çocuğu
ve annesini sırf sınıfsal farklılıktan dolayı
ezdiği bunun en açık örneğidir. İki yazar da
sınıf çatışmasına sebep olan bu konuyu benzer
bakış açılarıyla işlemiştir. Sabahattin
Ali öyküsünü daha çok ezilen ve ezen insan çerçevesinde tutmaya
çalışmış, sınıf çatışmasını
bu noktada incelikle işlemiştir. Celil Memmedkuluzade ise
insanların gelir düzeyine göre davranışları
değişiklik gösteren Kurbanali Bey karakterini çok yönlü olarak ele
almıştır. Kurbanali Bey, ona hizmet edenleri ve köylüleri
ezerken, üst düzey yöneticilere itaatkâr davranmaktadır. Celil
Memmedkuluzade’nin Han’ın Tespihi
[Hanın Tesbehi] Hikâyesinde Yer Alan Ağa-Köylü İlişkisi Han’ın Tespihi, Celil Memmedkuluzade’nin
ağa-köylü ilişkisini işlediği öykülerinden biridir. Öyküde
ağanın köylü üzerindeki etkisi gözler önüne serilir. Olaylar, köye
ziyarete gelen bir misafirin gözünden anlatılır. Bu
memleket, İkramüddevle dışında hiçbir hükmü ve hükümeti tanımamaktadır. Burada
Nazarali Han’a bağlılık söz konusudur.
O istediği kişiyi asar, keser ve istediği kişiyi de
affederdi. Nazarali Han’ın baş veziri Mizra Sadık Münşi’dir.
Misafire göre
aslında Han iyi huylu birine benzemektedir. Ancak yanında
çalışan yardımcı Molla Sadık halka zulüm etmekte, kötülük yapmaktadır. Anlatıcı
(misafir) sabah
uyandığında köy evlerinin birinde bazı sesler duyar.
Han’ın yardımcılarından biri bir eve gelir, iki girvenke
yağ ister. Evin erkeği evde yoktur, kadın da evde yağ
olmadığına yemin eder. Yardımcı, kadına küfredip
onu dövdükten sonra gider. Han’ın tespihini getirip tekrar döner.
Artık başka çare kalmaz. Kadın ne olursa olsun bir yerden bulup
yağı vermek zorundadır. Çünkü Han’ın tespihi kesinlikle
boş döndürülemez. Anlatıcı burada tespihten bahseder. Bu tespih
köylüye her şeyi yaptırabilecek, ellerinden her şeyi alabilecek
bir tespihtir. Nazarali Han İkramüddevle böyle bir kural koymuştur.
Kimsenin buna karşı gelmesi mümkün değildir. Anlatıcı
buna bağlı olarak köyde başka tanık olduğu bir
olayı anlatır. Yardımcı görevlinin Han’ın tespihi ile
bir evden koyun istediğine şahit olur. Koyunu olmayan köylü hemen
eşeğini komşusuna satıp koyun ve keçi alır, koyunu
Nazarali Han’a gönderir. İşte kurallar bu kadar keskindir. Bir
başka tanık olunan olay ise Mirza Sadık Münşi’nin Peri
Kadın’la evlenmek istediğini söylemesi ve reddedilmesi üzerine
Han’ın tespihi ile gidip Peri Kadın’ı buna mecbur
bırakmasıdır. “Nazarali Han
istediği kişiyi öldürmekte, istediğini affetmektedir. Hükümet
de, mahkeme de, şeriat da odur. Her köyü muhtar, bütün muhtarları o
yönetmektedir. Han’ın bütün emirlerini halka ileten ferraştır.
Bütün zulüm ve kötü vasıflar ferraşın şahsında
toplanmıştır. Nazarali Han tespihi sayesinde her istediğini
elde etmektedir. Bu tespih mazlum insanların canını yakmakta,
evlerini dağıtmaktadır. Hikâyedeki tespih,
zorbalığın, Han’ın kanunsuz, keyfi davranışlarının
simgesidir. Mirza Sadık Münşi elde edemediği Peri kadına
Han’ın tespihi sayesinde sahip olur.” (Gahramanlı, 2020b: 115-116). Ağa-köylü
ilişkisini farklı bir yönden ele alan bu eserde ağanın ve
yardımcılarının köylüler üzerindeki baskısı
gözler önüne serilmiştir.
Hikâyede Han’ın
tespihi olmaktan başka bir özelliği olmayan tespihi kullanarak
yapılan zulümler anlatılmış,
köydeki adaletsizliğe değinilmiştir. Celil
Memmedkuluzade’nin Posta Kutusu [Poçt
Qutusu] Hikâyesinde Yer Alan Ağa-Köylü İlişkisi Hikâye
İrevan’a gitmek isteyen bir Han’ın bu konuda arkadaşı Cafer
Ağa’ya bir mektup yazmasıyla başlar. Bu mektubu kendisine
fanatik bir biçimde bağlı olan köylüsü Nevruzali’ye teslim eder ve
onu posta kutusuna atmasını söyler. Mektup, posta kutusu, gibi
şeyler hakkında bilgisi olmayan köylü Nevruzali zarfı kutuya
atar. O
sıra posta görevlisi bir Rus sevkiyat için gelir. Nevruzali bu adamın
kutudaki mektupları aldığını görür. Her şeyden
habersiz olduğu için adamın kendi attığı mektubu
çaldığını düşünür ve ona hemen saldırır,
fena halde dövüşürler. Çünkü Nevruzali kendisine emanet edilen bir
şeye sahip çıkmayı iyi bilir. Bu uğurda her şeyi
yapar. Adam görevi gereği mektupları alırken, Nevruzali, en
azından ağasının mektubunu kendisine vermesini, yoksa onu
öldüreceğini söyler. Aslında burada da Ağa’nın ne derece
sert bir adam olduğunu anlamak mümkündür. Fakat Nevruzali’nin olayı
yanlış anladığı da bir gerçektir. İki adam
birbirlerine girdikleri sırada onları ayırmaya gelen askerler
ikisini de gözaltına alır. Olayı duyan Han, Nevruzali’nin
cahilliğine kahkahalarla güler. Kendisinin mektubu için canını
vermeye hazır olan köylüsünün düştüğü durumla dalga geçer.
Sonunda köylüsünü kurtarmak için ona kefil olur. Nevruzali serbest kalır
ancak devlet memuruna kötü davrandığı için üç ay hapis
cezası verilir. Posta Kutusu hikâyesi
Azerbaycan Türk edebiyatına konu itibariyle yenilik getiren bir öyküdür. Bu hikâyede köylülerin sosyal hayatı edebî bir
çerçevede işlenmiş, han, bey ve yoksul köylü ilişkileri realist
bir biçimde yansıtılmıştır. Köylülerin toplumsal
bilinç bakımından eksikliği de satır aralarında
gösterilmiştir. İlk bakışta, kaygısız, sakin
gözüken hayata dikkat edersek derinliklerinde büyük bir dert, ihtiyaç, sefalet
ve mahrumiyetin varlığını görür ve bundan büyük üzüntü duyarız.
Emekçi insana ait olan bütün haklar ayaklar altında ezilmiş ve
bu durum canlı tasvirlerle verilmiştir. Hikâyede
Veli Han ile Nevruzali’nin şahsında köylü ağa ilişkisinin
iktisadî, ahlâkî yönleri, birinin tipik ağa, diğerinin ise tipik halk
olduğu davranışlardan görülmektedir (Gahramanlı,
2020b: 76). Aslında hikâyenin asıl meselesi dönemin sosyal
şartlarıdır. Köylünün kendini ağaya adaması, onun için
her şeyi göze alması acı bir gerçektir.
Karşısında ise yine kendini üstün gören, köylüyü ezen bir
ağa tipinin karşımıza çıkmaktadır. Sabahattin Ali’nin
Kafa Kâğıdı
Hikâyesinde Yer Alan Ağa-Köylü İlişkisi Sabahattin
Ali, bu öyküde ağa-köylü ilişkisi üzerinde durmuştur. Yol
parası vermedikleri için hapishaneye atılmış
insanların içlerinde bir ihtiyar vardır. Bu ihtiyar, altmış yaşını
çoktan aşmış görünmektedir. Aslında kendisinden para
alınmaması lazımdır. Anlatıcı yanına yaklaşır
ve vukuatını sorar. İhtiyar yol parasını
veremediği için burada olduğunu söyler. Anlatıcı iyice
şaşırır, çünkü altmış yaşını
geçenden yol parası alınmadığını bilir.
Yaşlı adam anlatır: Üç sene evvel bizim ağa dere
boyundaki ufak tarlamıza sahip çıkar oldu. Bağırdık
çağırdık, fayda etmedi. Oğlan sakat, bende de derman yok,
hakkımızı kendimiz arayamadık. Mecbur olduk hükümet
kapısına düşmeye. İki sene mahkememiz sürdü. Bizim tapumuz
filan yoktu ama bütün köylü o tarlanın bize dededen
kaldığını bilirdi. Bunu soran olmadı, ağa
yalancı şahit dinletti, mahkemeyi kazandı. Mahkeme sürerken
benden kafa kâğıdımı istediler, nereden bulayım?
Askerden döneli devlet kapısına işim düşmemişti;
aradım aradım yok... Sonra Mushaf’ın arasında bizim
topalın ölen oğlunun kafa kâğıdını buldum. Onun
da adı Mehmet'ti. Kafa kâğıdı değil mi, hep bir,
dedim, vilayete kaydını gördürdüm, yeniden adres verdim (Ali,
1983: 22-23). Ancak
mahkemede bir şey çıkmamıştır. Yirmi senedir yol
parasından muaftır. Son seferde gelen jandarmalar onu da alır.
Nüfusta yaşının yirmi dokuz gösterdiğini söylerler. Adam kafa
kâğıdını jandarmalara verir. Orada da yaşı yirmi dokuzdur. Kafa kâğıdını adama uzatır
ve adam torununun kafa kâğıdı olduğunu görür. Güler ve
adama “Ama babacığım, hiç insan torununun nüfus
kâğıdını alır mı?” der. İhtiyar ise “Ne
olurmuş sanki? Hepsi devletin kâğıdı değil mi?”
diyerek cevap verir. İnsanın
yüzünde tebessüm bırakarak bitirilen bu öykünün perde arkasında
adaleti önemsemeden kafalarına göre iş yapan bir ağa ve onun
yandaşları söz konusudur. Diledikleri gibi köylülerin
parasını toplayan, vermediklerinde de onları
acımasızca suçlayan, ihtiyar insanların bile halini hiçe sayan
bir düzen yazar tarafından eleştirilmiştir. Celil
Memmedkuluzade ve Sabahattin Ali, toplumcu
gerçekçi hikâyeleriyle bilinmektedirler.
Onlar bu anlayışı eserlerine başarılı bir
şekilde yansıtmışlardır. Celil Memmedkuluzade’ye ait
olan Han’ın Tespihi, Posta Kutusu
ve Sabahattin Ali’ye ait olan Kafa
Kâğıdı öyküleri bizlere ağa-köylü ilişkisini
anlatan eserlerdir. İlk
olarak bahsettiğimiz Celil Memmedkuluzade’nin
kaleme aldığı Han’ın
Tespihi adlı öyküde alıştığımız
ağa-köylü ilişkisi yer
almaktadır. Ağanın ve yardımcılarının
kendi çıkarları için köylü halkı nasıl ezdiği,
Han’ın tespihi olmak dışında
bir özelliği olmayan tespih ile onları korkutarak ellerinde ne
var ne yoksa nasıl aldıkları anlatılır. Bu adaletsiz
sisteme ses çıkarmadan uymak zorunda kalan köylüler konu edilir. Dönemin
sosyal şartları köylüye kendinin tek başına bir birey
olduğunu unutturmuş, her adımını ağaya yaranmak
için attığı gerçeğiyle yüzleştirmiştir. Celil Memmekuluzade’nin redaktörü
olduğu “Molla Nasreddin’de
halkın emeğinin korunması ve hakkının hiç kimse
tarafından yenilmemesi konusunda çok sayıda yazı şiir ve
karikatür neşredilmiştir. (…) Çarlık Rısyası’nın
atadığı yöneticilere, onların halkın emeğine
saldırmalarına, toprak ağalarının hükümetle birlik
olup insanları köle gibi çalıştırmalarına ve
haklarını gasp etmelerine karşı verilen mücadele,
Azerbaycan Türklerinin bütün alanlarda uyandırılmasının bir
çabası olarak değerlendirmek gerekir” (Adıgüzel, 2007: 17). Sabahattin
Ali’nin Kafa Kâğıdı
öyküsü, Celil Memmedkuluzade’nin Han’ın
Tespihi ve Posta Kutusu hikâyesiyle
benzer bakış açılarına sahiptir. İkisinde de ağa
tipi ezen, köylü tipi ise ezilen durumdadır. Kafa Kâğıdı öyküsünde, ağanın ve
yandaşlarının kendi kurallarını belirlemesi,
yaşlı adam para vermediği için hapishaneye atmaları son
derece adaletsiz bir durumdur. Sonuç Bu
çalışmada Azerbaycan edebiyatının önemli yazarlarından
Celil Memmedkuluzade ile Türk edebiyatının önemli yazarlarından
Sabahattin Ali’nin hikâyeleri sosyal eleştiri açısından
karşılaştırılmış, iki yazarın da hikâyelerinde
işledikleri sosyal
eleştirinin benzer olduğu tespit edilmiştir. 1866-1932
yıllarında yaşamış olan Celil Memmedkuluzade ile
1907-1948 yılları arasında yaşamış olan
Sabahattin Ali aslında aynı dönemlerde yazarlardır. İki
yazar da toplumda gördükleri birtakım aksaklıkları dile getirmişlerdir. Yaşadıkları
dönemde toplumdaki insanların İki
yazarın hayata bakış açısının ve edebi
görüşünün benzerliği eserlerinde işledikleri konularda da yakınlığı
beraberinde getirmiştir. Çalışmada iki yazarın da
hikâyelerinde sosyal eleştiri bağlamında sınıf
çatışması mevzusunu işledikleri görülmüştür.
Ezen-ezilen, güçlü-güçsüz karşılaştırması
yapılarak işlenen bu hikâyelerde iki yazar da ezilenden yani güçsüzden
yana olmuştur ve bu anlayış çerçevesinde hikâyelerini
oluşturmuş, toplumdaki eşitsizliklere dikkat çekmişlerdir.
Bir başka sosyal eleştiri konusu olan ağa-köylü ilişkisidir.
Bu konuyu işlerken yine toplumdaki eşitsizliklere dikkat çekmiş,
günlük yaşantıda karşılaşması muhtemel diyaloglardan
yararlanmışlardır. Sonuç olarak, aslında iki yazarın
da hedef edindiği şey şudur: toplumdaki tüm
aksaklıkları hikâyeleri aracılığıyla
duyurabilmek, daha fazla insana ulaşabilmek. Sosyal eleştiri
bağlamında konu ve konuları işleyiş biçimi olarak
benzer özellikler taşıdığını tespit
ettiğimiz iki yazarın kullandıkları dil
bakımından da yine aynı özellikleri
barındırdıklarını söylememiz mümkündür. İkisi de
kendi halkının anlayabileceği, sade, anlaşılır,
günlük hayata uygun bir dil tercih etmişlerdir. Aynı konuları
başka hikâyeler üzerinden dile getirmiş ve
anlatmışlardır. *Bu çalışma Yüksek
Lisans tezinden üretilmiştir. Bibliography Adıgüzel, S. (2007). Tiflis Edebî Muhitinde Molla
Nasreddin Dergisi ve Dergide Tartışılan Konular, Bilig, Sayı:41, ss.1-21. Akpınar, Y. (1994). Azeri Edebiyatı
Araştırmaları. İstanbul: Dergâh. Ali, S. (1983). Kağnı-Ses. İstanbul: Cem. Arat, R.R.
(1951). Atabetü’l-Hakayık. Ankara: TTK. Arat, R.R.
(1991). Kutadgu Bilig. Ankara: TTK. Atalay, B.
(1985). Divan-ü Lügat-it Türk Tercümesi I. Ankara: TDK. Buşehri, M.
(2010). XX. Yüzyılın Evvelinde Azerbaycan Realist Edebiyatı. Bakü Üniversitesinin Haberleri, 69. Ergin, M. (2016). Orhun Abideleri. İstanbul: Boğaziçi. Gahramanlı, N. (2020a). Azerbaycan Türk Edebiyatının Büyük
Romantiği Hüseyin Cavid Hayatı, Eserleri, Düşünceleri.
İstanbul: Hiperyayın. Gahramanlı, N. (2020b). Azerbaycan Türk Edebiyatının Büyük
Realisti Celil Memmedkuluzade’nin Hikâyelerinde Sosyal Tenkit.
İstanbul: Hiperyayın. Gürsoy Naskali E. (1996). Sovyet Türk
Edebiyatı. Türk Dünyası Dil ve
Edebiyat Dergisi, Dergipark.org.tr, s. 54-64. Karasoy, Y. (2005). Eleştiri Nedir?
Bağa Destursuz Girenler Nasıl Eleştirilmelidir?, Türkiyat Araştırmaları
Dergisi, Konya. Memmedkuluzade, C. (2004). Eserleri, C. I, Haz., İsa
Habibbeyli, Bakı: Önder Neşriyyat. Nerimanoğlu, K.V. (2008). Sovyet Edebiyatı:
Gerçeklikler, Hakikatler, Çelişkiler. Türk Dünyası Dil ve
Edebiyat Dergisi, Sayı 25. ss.33-81 Özsoy,
İ. (2006). Sovyet Sisteminin
Çöküşünden Tarihi ve Evrensel Dersler. Bilig/Güz, Sayı 39, s.
163-194. Aziz Nesin Öykülerinde Sosyal
Eleştiri 1946-1960. Yüksek
Lisans Tezi. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. Şenderin, Z.
(2000, Ekim-Kasım). Sabahattin Ali’nin Hikâyelerinde Toplumsal
Eleştiri. Hece, 46-47 (Türk
Öykücülüğü Özel Sayısı). ss. 194-198. Uygur,
E. (2011). Sovyetler Döneminde Azerbaycan Toplumunun Yeniden
Yapılanmasında Edebiyat Adamlarının Rolü. Türk Yurdu. Cilt 31. Sayı 287.
ss.156-159 çektikleri
acıları, ettikleri mücadeleyi anlatmışlardır.
Bunu abartıya kaçmadan, olduğu gibi vermişlerdir. Bu durum, iki yazarı toplumcu gerçekçilik
noktasında birleştirmiştir.
*Büşra Cemal - Yeditepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Karşılaştırmalı Edebiyat
Bölümü, İstanbul / TÜRKİYE e-mail: bbusraalp94@gmail.com ORCID ID: 0000-0003-4087-2543
© 2010, IJORS - INTERNATIONAL JOURNAL OF RUSSIAN STUDIES